Kerbela'yı seyrettim... Konusunu anlatacak değilim herhalde, bilen bilir... İzlenimler...
Oyun üç saat beş dakika. Yani uzunluğuyla meşhur ve her Ramazan yayımlanan, çoğu zaman izlemeneden yarım bırakılan, koca İslamiyet'i anlatan Çağrı'dan daha uzun. Oyun kitapçığından okuduğumuz kadarıyla yönetmen Ayşe Emek MESCİ on üç yıl önce tohumları atılmış bu projenin hayaliyle yaşamış. Elbette bir çalışma üzerine on üç yıl düşünürseniz sonuçta ortaya çıkaracağınız eseri kısaltmaya kıyamazsınız. Konu çok kısaltılacak bir konu değil kuşkusuz, Kerbela anlatılacaksa döneme ilişkin bir altyapı oluşturmak şart. İşte işi biraz uzatan bu altyapı; ama bence oyundan çıkarılabilecek, zaman zaman kısaltılabilecek bölümler açık şekilde göze çarpıyor. Misal, kimi koreografiler seyirciyi oflayıp puflatacak kadar sıkıcı geliyor, özellikle oyunun ilerleyen bölümlerinde. (Bu görüşü yalnızca şahsi fikrim olarak değil, kamuoyunun tepkilerine de kulak vererek yazıyorum.) Hakkını vermek lazım olay, tarihi durum ve gelişmeler güzel bir şekilde anlatılmış; soru işareti, anlaşılmayan bölüm kalmıyor. (Aşağıda değineceğim Fuzuli sahnesi hariç.)
Diğer yandan, şu kesin ki tiyatroda mikrofon olmamalı. Hoparlörlerden* duyulan o mekanik ses tüylerimi diken diken ediyor. Sahnedeki düzenleme nedir bilemiyorum; ama sanırım güçlü doğal akustik eşik'in gerisine mikrofon koyulmuş olmalı, sahne gerisinden kim konuştuysa zaman zaman mikrofona yansıdı. Demek ki sahne gerisinde bir yerde mikrofon var, her sesi alıyor. Hiç hoş değil. Ayrıca tüm oyunlara genel bir tavsiye olarak: Şarkı, türkü vs. mutlaka üst yazı ile verilmeli; çünkü kesinlikle koronun ne söylediği anlaşılmıyor, insanlar duydukları tek tük kelimelerden bir bütün yaratmaya çalışıyorlar. Belki bir lead vocal daha iyi olur.
Temsil coğrafyanın nasıl bir coğrafya olduğunu, tarihi kimliğini anlatmaya çalışan, o duyguyu vermeye çalışan bir koreografi ile açılıyor (yanda). Küçük bir orkestra oyun boyunca eşlik ediyor. Açılış seyirciyi hemen bir ağır havaya, bir kadersizliğe, bir kahrolmuşluğa, bir ağıta sokuyor. Bence oyunun akışı açısından seyircide ön psikoloji yaratarak seyirciyi boğuyor. Hemen ardından sahneye çıkan Kuttame (Aysel Çakar KARA) ve Hz. Ali'nin kâtili İbni Mülcem (Ötüken HÜRMÜZLÜ) çok sağlam ve atak bir tempo yakalıyorlar. O zaman bir trajediye hazır olmanız gerektiğini düşünüyorsunuz. Kişisel bir tercih olarak ağıt yerine trajediyi, gerilimi tercih ederim; ama söz yönetmende olunca oturup seyretmek kalıyor bize.
Oyunculuk açısından Muâviyye'yi canlandıran Nihat Hakan GÜNEY rolüne çok yakışmış, kötüyü oynamasına rağmen seyircinin beğenisini hemen kazanıyor. Öte yandan her zaman yazıyorum, ben seyirciye oynayan, seyirciyi bir kez yakaladığında üstüne giden oyun tarzını pek beğenmem; ne yazık ki Muâviyye'nin hekimi İbni Esal'i canlandıran Ersin AYHAN tam da bunu yapıyor. Kerbela'da epsri, güldürü, meddah şık durmuyor bence. İmam Hüseyin'i canlandıran Erdinç GÜLENER'i ve İmam Hasan'ı canlandıran Alpay ULUSOY'u beğendim.
Eserde Fuzuli'nin tekerlekli platform üzerinde sandalye ile sahneye çıkıp, İmam Hüseyin'e gaipten seslenip, sohbet ettiği bölümü hiç anlamadım. Bağdaştıramadım. Yorumlayamadım. Fuzuli'nin kendi dilinde okuduğu dörtlüklerini, beyitlerini doğal olarak kimse anlamadı. Fuzuli'nin Kerbela'dan 800 yıl sonra dünyaya geldiğini de düşünürseniz, nasıl bir kurgu ve deneme çalışması olduğunu çözemedim. Muhakkak ince düşünülmüş bir ayar vardır o sahnede; ama itiraf ediyorum ben çözemedim; çözen varsa lütfen yorum bölümüne eklesin de hem ben hem de yazıyı okuyacak olanlar anlayalım ne olup bittiğini.
Sonsöz: Seyredin... Uzun; ama güzel.
...ve cep telefonlarını uyarılara rağmen kapatmayanlar, Allah sizi beter etsin! Her oyunun içine ediyorsunuz.
* Halk dilinde 'apürlü'.
**Fotoğraflar Devlet Tiaytroları.
Bence de çok uzun.Olay Amerikan tarihiyle ilgili olsaydı bu haliyle Broadway de sahnelenir miydi siz daha iyi bilirsiniz.Mesela Hz. Hasan'ın bulunduğu sahneleri oyundan çıkarsak ''Anlatıcı''tarafından bilgilendirilsek sizce bir şey kaybeder mi?Oyuncuların ''oyunculuklarını'' göremedik bu da kadronun kalabalıklığından galiba.
YanıtlaSilOyunun uzunluğu ve temposu çok hassas bir denge. Başka bir yazımda da yazdığım gibi: "...Seyirciler temsillerin başında rahatça dinleyebilecekleri tekrarları temsillerin sonlarına doğru çekilmez, tahammülü zor buluyorlar ve bir an önce sonuca ulaşmak istiyorlar..." Buradan yola çıkarak oyunların sonlarına doğru tempoyu düşürmek yerine arttırmak seyirci gözüyden daha tercih edilebilir bir yöntem bence, heyecanın artması gerekiyor... Tabii ki yorum yönetmenin tercihi.
YanıtlaSil